DENEMELER

11 May 2025

Anormal Olanın Normalleşmesi

"Toplumun eleştiriye kapalı yapısı, bizi gelişimden nasıl uzaklaştırıyor?"

Bugün birkaç konferans ve seminer için geldiğimiz San Francisco’nun kalabalığından biraz uzaklaşıp Palo Alto’ya geçtim. Şehir etkileyici ancak yorucu; vitrinleri parlayan, caddeleri tıklım tıklım dolu ama insanın içinde tuhaf bir yalnızlık bırakan bir yer.

Dün bir sokak arası bir restoranda yemek yerken ipe dizili kuşlar misali aşağıdaki görselde paylaştığım manzarayı seyrediyorduk. Fotoğraftaki afişin adı Jardin de Paris. 19. yüzyıl Paris’inde birlikte eğlenmenin, neşenin, kalabalıkla bir olmanın sembolüyken tuhaftır ki şimdilerde ipe dizili asosyal kuşların izlediği salaş bir görsel.

Mountain View’daki Googleplex turumdan sonra Palo Alto’daki Stanford Üniversitesi’nde bir seminere dinleyici olarak katıldım. Ve geniş kampüsü, sistemli organizasyonu ve açık fikirli ortamı ile ilham olması gerekirdi. Ancak bende farklı bir etki yarattı ve hayatı sorgulattı. Bize normal gelen birçok şeyin normal olmadığına farkındalık yaratma sorumluluğu hissettiğim için de bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Ben lise yıllarımda “bu çocuk okumaz, sanayiye verin, eli iş tutsun, size de yük olmasın bize de” şeklinde aileme akıl veren fizik öğretmenleri ile büyüdüm - normal değil. Üniversite birinci sınıfta kredisiz Türkçe dersinden kaldım, çünkü final sınavında profesörün duymayı istediği cevabı vermemiştim - normal değil. Türkiye’nin en köklü teknik üniversitesindeki yüksek lisans sürecimde ise ismimi kağıdın yanlış köşesine yazdığım için farkında olmadan haftalarca notumun yarısı kırılmıştı - bu da normal değil. Geri kalan haftalarda ise durumu protesto etmek için sadece ismimi doğru köşeye yazarak tam notun yarısını almayı denemiştim, ama o da işe yaramadı dersi geçmek için. Teknik alanda öğrenimimime noktayı bu dersten sonra koymuştum.

Bizden devletin yurtlarında “cüzi” miktarda ödemelerle kalabildiğimiz için kendimizi şanslı ve borçlu hissetmemiz bekleniyordu. Cüzi miktarlarla kaldığımız yurdumuza 18 ay boyunca internet bağlantısı gelmemişti. Aynı dönemde Facebook, bir yurt odasında doğmuş ve bir dünya markasına dönüşüyordu. Bizse o siteye bile erişmekte zorluk yaşıyorduk.

Böyle bir sistemden teknolojik ya da bilimsel atılım beklemek, bir atı Ferrari’yle yarıştırmaya kalkmak gibidir. Maddenin doğasına aykırı bir umuttur bu. Yatırım yapmadan inovasyon, bilimin gereklerini yok sayarak ekonomik istikrar beklemek… Bir yanda karanlıkta çalışan fabrikalar, otonom araçlar ve ileri seviye çip teknolojileriyle geleceği şekillendiren şirketler; diğer yanda faiz sebep midir sonuç mu tartışmalarının söz konusu olabildiği bir ülke.

Bu tür yazılar kaleme alındığında toplumumuz genel olarak “Nankör, o devlet okuttu seni!” deme eğiliminde. Ancak daha yargılamak ve eleştirmenin aynı şey olmadığının farkında bile değiliz. Eleştiri daha iyiyisini mümkün kılmak için yapılır; yargılama ise yalnızca susturmak amacı ile başvurulan tek yönlü bir araçtır. Eleştiriyi cezalandıran, sessiz kalmayı ödüllendiren bir toplumda gelişim mümkün değil. Değişen ve gelişen dünyada kendine yer bulabilir mi böyle bir toplum? Kendimizi içinde olmak istemeyeceğimiz hayatlarla kıyaslayarak şükretme kültürünün olduğu yerde bir arpa tanesi kadar yol alınamaz.

Kıyas yapmak genellikle sakıncalı görülür, mutsuzluğu aralayan kapıdır bu hareket. Ancak toplum olarak daha iyiye gitmek istiyorsak kıyaslamamız lazım. Stanford ile Türk üniversitelerini kıyaslamak adil değil gibi geliyor kulağa. Çünkü toplum olarak iyiyi görmemek istiyoruz. Ancak asıl adaletsizlik potansiyeli görmezden gelmektir. Asıl adaletsizlik imkansızlığı kader bellemektir.

Teknolojinin, sanatın, kültürün, eğitimin ve özgür düşüncenin olmadığı ve teşvik edilmediği bir toplumun en büyük beka problemi o toplumun kendisidir. Kendi eksiklerini duymaya tahammül edemeyen bireyler ve toplumlar geleceklerini başkalarının hayallerine teslim ederler.

Fazla merak iyidir.
Takipte kalın!

Fazla merak iyidir.
Takipte kalın!

Fazla merak iyidir.
Takipte kalın!