DENEMELER

29 May 2025

Endüstriyel Eğitim Modeli ve Törpülenen Yaratıcılık

"Her çocuk bir sanatçıdır. Sorun, büyüdüğümüzde nasıl sanatçı kalabileceğimizdir." -Pablo Picasso

Bugün hâlâ büyük ölçüde değişmeden varlığını sürdüren eğitim sistemi, aslında Sanayi Devrimi nedeniyle ortaya çıkan endüstriyel ihtiyaçlara yanıt vermek üzere şekillendirilmişti. İlk kez insanları uzun saatler boyunca senkronize biçimde çalışmaya zorlayan bu devrim, sorgulamayı bir kenara bırakıp itaatkârlığı, dakikliği ve disiplinli olmayı ön plana çıkaran bir düzenin temelini attı. Sonuç olarak, eğitim, bireyleri yaratıcı düşünmekten ziyade, üretim hattının bir parçası hâline getirmek üzere yeniden biçimlendirildi.

Eskiden tarlada çalışan ya da küçük topluluklar içinde üretim yapan insanlar için artık farklı beceriler gerekiyordu: zamanında gelmek, hiyerarşiye uyum sağlamak ve emirleri sorgulamamak. Eğitim sistemi de bu yeni düzenin iş gücünü oluşturmak üzere bireyi özgür düşünen bir özne olarak değil, sisteme sorunsuzca eklemlenen bir parça olarak tasavvur etti. Yani yaratıcılığın sınırları müfredatlarla çizilmiş oldu.

Sanayi Devrimi, kendi çarklarına her gün bir yenisini ekleyerek yeni endüstriler yarattı ve bugün kullandığımız ürünlerle dolu dünyayı mümkün kıldı. Ancak bu çarklar sadece durmaksızın dönmekle kalmadı; rekabet nedeniyle her seferinde daha da hızlandı. Üretim sürdükçe, kâr arttıkça, sisteme müdahale etme ihtiyacı duyulmadı.

Ne var ki bu işleyişin görünmeyen bedeli, bireyin daha çocukluk çağında başlayan yaratıcı potansiyelinin törpülenmesi oldu. Merak yerine ezberin, hayal gücü yerine kalıpların teşvik edildiği bu düzen, öğrencideki yaratıcılığı yavaş yavaş bastırdı. Eğitim sistemi, beklentilere uyum sağlayan ve birbirine benzemiş bireyler yaratan bir düzen kurdu. Böylece özgün fikirler yerine, kabul görmüş doğrular değer kazandı.

Eğitimde hangi davranışın ödüllendirildiği, bireyin düşünme biçimini doğrudan etkiler. Stanford Üniversitesi’nden psikolog Carol Dweck’in yaptığı deneyde, bir grup öğrenci sınava tabi tutulur. Öğrencilerin bir kısmı yüksek puanı, diğer kısmı ise gösterdiği çaba nedeniyle övülür. Ardından öğrencilere daha zor bir sınav teklif edilir. Çabası övülenler denemeyi seçerken, yalnızca başarıları takdir edilen öğrenciler risk almaktan kaçınır. Çünkü çabanın değer gördüğü ortamlar, sorgulayan ve hata yapmaktan korkmayan bireyler yetiştirir; oysa sadece sonuca odaklanan sistemler, öğrenciyi güvenli olanı seçmeye, yani yaratıcı potansiyelini bastırmaya yönlendirir.

Bugün hâlâ en çok doğru yapanın ödüllendirildiği bir eğitim sistemi içindeyiz. Oysa en yaratıcı soruyu sorabilenleri takdir edebilseydik, bambaşka bir toplumda yaşıyor olabilirdik. Belki başarının sadece notlarla ölçülmediği, mutluluğun da bir başarı kriteri sayıldığı bir düzende büyüyebilirdik. Ya da öğretmenleri hayat inşa eden bireyler olarak görebildiğimiz, onlara insanca yaşayabilecekleri bir sosyoekonomik denge sunabildiğimiz bir düzende…

Belki de, Ken Robinson’un da savunduğu gibi, yeni bir sistem düşünmeliyiz. Sadece para kazanmayı değil, parayı anlamlı kullanmayı da öğreten; başarı kadar mutluluğu da önemseyen bir sistem. Öğretmenleri otoriter yönetici gibi değil, rehber gibi gören; öğrencilere sadece bilgi değil, düşünebilme cesareti veren bir model. Ezberin değil merakın, uyumun değil özgünlüğün kıymet gördüğü bir sistem. Çünkü eğitim aslında bireye meslekten fazlasını sunmalıdır; onu düşündürmeli, dönüştürmeli ve özgürleştirmelidir.

Fazla merak iyidir.
Takipte kalın!

Fazla merak iyidir.
Takipte kalın!

Fazla merak iyidir.
Takipte kalın!